Ana Sayfa
Not Defteri
Unutulan Sünnetlerimiz:
Sanma ki;
İletişim
Hoşgeldiniz
Uhud Harbi
Ülfet Belası:
Muhabbetin Zirveleri:
İlim Hakkında:
Çocuklar Hakkında:
Son Nefes:
Ümmete Dua:
Kıyamet Yaklaşıyor:
Günün Ayet ve Hadisi:
Evlilik Hakkında:
Zaruret Halinde Kredi Çekmek Hakkında:
Harama Nazar:
Uğursuzluk Var mıdır?
Zilhicce Ayı ve Arefe Günü Fazileti:
Bir Asker:
Kazancın Bereketi (Mutlaka Okuyun)
 

Uhud Harbi

UHUD’DAN MANZARALAR

İbn-i Abbâs şöyle anlatır:

“Uhud’da günün ilk saatlerinde zafer Rasûlullah (s.a.v) ve ashabınındı. Öyle ki, müşriklerin sancaktarlarından yedi veya dokuz kişi öldürülmüştü. Sonra müslümanlardan pek çok kimse şehîd edildi. Müslümanlar dağa doğ­ru koşmakla birlikte insanların (mağara) dedikleri yere ulaşamadılar, ancak “el-Mihras” diye bilinen (Uhud dağındaki bir su) altında toplandılar. Bu esnâda şeytan da: “Muhammed öldürüldü” diye yüksek sesle nidâ etti. Bunun gerçek olduğu hususun­da kimse şüphe etmedi.

Biz öldüğüne inanmış vaziyette beklerken Rasûlullah (s.a.v) iki Sa’d (İbn-i Muâz ile İbn-i Ubâde) ara­sında ay gibi doğdu. Onu kendisine has yürüyüşünden tanıdık. Allah Rasûlü (s.a.v)’i görünce o kadar sevindik ki, sanki bize hiçbir şey isabet etmemiş gibi olduk. (Ahmed, I, 287-288; Hakim, II, 324/3163; Heysemî, VI, 110-111)

{

İblis “Muhammed öldürüldü!” diye yüksek sesle bağırınca müslümanlar dağılmaya başladı. Kimisi Medine’ye kadar geldi. Kadınları onları ayıplayarak:

“–Rasûlullah’ın yanından mı kaçıyorsunuz?!” dediler.

Abdullah İbn-i Ümm-i Mektûm:

“–Rasûlullah’ın yanından mı kaçıyorsunuz?!” diye öfkelendi ve onları şiddetle azarlamaya başladı. Rasûlullah (s.a.v) kendisini Medine’de bırakmış, insanlara namaz kıldırmasını istemişti. Bu âmâ sahâbî:

“–Bana yolu gösterin!” dedi. Kendisine Uhud’un yolunu gösterdiler. Yol boyunca her karşılaştığından haber soruyordu. Bu şekilde Uhud’a kadar vardı. Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in selâmette olduğunu öğrenip vazifesine geri döndü.  (Vâkıdî, I, 277)

{

Uhud günü Hz. Ömer, kardeşi Zeyd bin Hattab’a:

“–Al şu zırhımı! Zırhımı senin giymen için yemin ettim” dedi.

Zeyd bin Hattab, onu giyinip Hz. Ömer’in yeminini yerine getirdikten sonra, zırhı sırtından çıkardı.

Hz. Ömer ona:

“–Niçin çıkardın?” diye sordu.

Zeyd (r.a):

“–Senin kendin için istediğin şehitliği, ben de kendim için istiyorum!” dedi.

İkisi de şehitlik için hazırlandılar. (İbn-i Sa’d, III, 378; İbn-i Abdilberr, II, 550; İbn-i Esir, II, 286; İbn Seyyid, II, 24, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, I, 216)

{

Vehb bin Kâbûs, yanında kardeşinin oğlu Hâris bin Ukbe olduğu halde, Müzeyne dağından Medine’ye gelmişlerdi. Medine’nin boşalmış olduğunu görünce:

“–İnsanlar nereye gitti?” diye sordular.

Peygamber Efendimiz’in Kureyş müşrikleriyle çarpışmak üzere Uhud’a gittiğini öğrenince hemen yola koyulup Allah Rasûlü’nün yanına geldiler.

Rasûlullah (s.a.v), müşriklerden hücuma hazırlanan bir topluluk hakkında:

“–Şu topluluğu kim defeder?” diye sordu.

Vehb bin Kâbûs:

“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi. Hemen kalkıp onları oka tuttu, geri püskürttü ve döndü.

Müşriklerden ikinci bir gurup hücuma hazırlanıyordu. Rasûlullah (s.a.v):

“–Şu topluluğu kim defeder?” buyurdu.

Yine Vehb bin Kabus:

“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi. Kılıcını sıyırıp onları dağıtıp kovalayıncaya kadar çarpıştı ve geri döndü.

Bundan sonra bir topluluk daha hücuma hazırlanınca, Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Şu topluluğu defetmek için kim kalkar?” diye sordu.

Vehb bin Kâbûs:

“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi.

Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Kalk, karşıla onları! Seni Cennetle müjdelerim” buyurdu.

Vehb bin Kâbûs sevinerek kalktı, kılıcını sıyırıp müşriklerin içine daldı. Peygamber Efendimiz ve müslümanlar ona bakıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v):

“–Allah’ım! Ona rahmet eyle!” diye dua etti.

Müşrikler, mızraklarını ve kılıçlarını onun üzerine çevirdiler ve en sonunda onu şehit ettiler.

Vehb bin Kâbûs’un cesedinin yirmi yerinde mızrak yarası vardı.

Vehb bin Kâbûs’un kardeşinin oğlu da kalkıp aynı şekilde müşriklerle çarpıştı ve şehit oldu. Allah ikisinden de razı olsun! (Vâkıdî, I, 274-275, 276, Belâzurî, Ensâb, I, 326; İbn-i Abdilberr, I, 297; IV, 1562; İbn-i Esîr, Üsdü’l-gâbe, I, 406; V, 462; İbn-i Hacer, el-İsâbe, I, 284)

Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a), Kâdisiye’den sonra Vehb’in kardeşinin oğluna şunları anlatmıştır:

“…Vehb’in arkasından ben de kalktım. Allah biliyor ya o gün onun istediği şehitliği ben de arzuluyordum. Düşmanın içine daldık. Allah rahmet eylesin onu vurdular. Vallahi o gün ben de onunla birlikte şehid edilmek istedim, lâkin ecelim beni geri bıraktı.”

Sa’d (r.a) hemen ganimetlerden hissesine düşen kısmı istedi, ondan Vehb (r.a)’in yeğenine hediyeler verdi, ona başka ikramlarda da bulundu. Sonra şöyle devam etti:

“–Rasûlullah (s.a.v)’i Vehb’in cenâzesi başında dururken gördüm:

«–Allah senden râzı olsun, ben senden râzıyım!” diyordu.

Sonra Rasûlullah (s.a.v) o mukaddes şehidin kabri başında ayağa kalktı. Efendimiz o gün pek çok yerinden yaralanmıştı. İyi biliyordum ki ayakta durmak ona çok zor geliyordu. Ancak buna rağmen şehîd, kabrine yerleştirilinceye kadar ayakta durdu. Şehîdin üzerinde bir örtü vardı. Rasûlullah (s.a.v) onu başına doğru uzunlamasına çekti. Başı örtülünce ayaklarının yarısı açıldı. Bize ot toplamamızı emretti. Onları mezarın içinde şehidin ayaklarına örttük. Daha sonra Efendimiz oradan ayrıldı.

Vallâhi Vehb gibi şehîd edilip Allah’a o şekilde kavuşmaktan daha çok istediğim başka bir şey yoktur!” (Vâkıdî, I, 276-277)

Hz. Ömer de, Vehb (r.a)’in şehîd edildiği gibi şehid olmayı ister ve özlerdi. (Vâkıdî, I, 275)

{

 

 

Ensâr kadınları, Peygamber Efendimiz’in Uhud’dan sağ sâlim döndüğünü görmek için yollara dökülmüş, bakıyorlardı. Ümmü Âmir Eşheliye (r.anhâ) şöyle der:

“Biz şehidlerimiz için göz yaşı döküyorduk, o esnâda «Rasûlullah (s.a.v) geliyor» denildi. Hemen çıktık, Allah Rasûlü’ne baktım, üzerindeki zırhı olduğu gibi duruyordu. Efendimiz’e baktım ve:

«–Sen sağ olduktan sonra bütün musibetler hafif gelir!» dedim.” (Vâkıdî, I, 315)

{

Uhud’dan dönerken Rasûlullah (s.a.v) at üzerinde bulunuyor, atın dizginini de Sa’d bin Muâz tutuyordu. Sa’d’ın anesi Kebşe bint-i Ubeyd, Efendimiz’e doğru geldi. Sa’d:

“–Yâ Rasûlallâh! Bu annemdir.” dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

“–Merhaba ona!” buyurdu.

Kadın Allah Rasûlü (s.a.v)’e yaklaşıp mübârek yüzüne baktıktan sonra:

“–Anam babam sana fedâ olsun yâ Rasûlallah! Seni sağ sâlim gördüm ya, artık bütün musibetler hiç gelir!” dedi.

Rasûlullah (s.a.v), ona şehid düşen oğlu Amr bin Muâz’dan dolayı baş sağlığı diledikten sonra:

“–Ey Sa’d’ın annesi! Seni müjdelerim! Bütün ev halkına da müjdeler olsun! Kabilenizden şehid düşenlerin hepsi cennette bir araya geldiler. -On iki şehid vermişlerdi.- Âile fertlerine şefaat etmelerine de izin verildi” buyurdu.

Kadın:

“–Râzıyız ey Allah’ın Rasûlü! Bundan sonra artık onlara kim ağlar! (Yâni şehidlere acıyıp da arkalarından ağlamayız artık) dedikten sonra:

“–Yâ Rasûlallâh! Şehidlerin geride bıraktıklarına da duâ buyuruveriniz!” dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

“Allah’ım! Kalplerindeki hüznü gider, musîbetlerinin ecrini ihsân eyle! Geride kalanlara en güzel şekilde sahip çık!” diye dua etti.

Rasûlullah (s.a.v) yoluna devam etti. Ashâb-ı kirâm da ardı sıra yürüyorlardı. Efendimiz, Sa’d’a:

“–Senin kabilenden çok yaralı var ve yaraları da ağır. Kıyâmet günü onların hepsi de yaralarından kan akar vaziyette geleceklerdir. Kanlarının rengi kan rengi ancak kokusu misk kokusu gibi olacaktır. Onlara söyle, evlerine gidip yaralarını tedâvî etsinler! Kimse evime kadar benimle gelmesin, bunu benden kesin bir emir olarak onlara bildir!” buyurdu.

Sa’d (r.a):

“–Rasûlullah’ın kesin emridir, Benî Eşhel kabilesinden hiçbir yaralı bizi tâkip etmeyecek!” diye nidâ etti. Bütün yaralılar ister istemez geri döndü. Gece boyu ateş yakıp yaralarını tedâvî etmekle meşgul oldular. Bu kabileden otuz yaralı vardı. (Vâkıdî, I, 315-316; Diyarbekrî, I, 444)

 {

Uhud Harbi, hicretin 3. senesinde 7 Şevvâl Cumartesi günü olmuştu. Rasûlullah (s.a.v) ve müslümanlar pek çok yaralar almış vaziyette akşam Medîne’ye geldiler. Allah Rasûlü (s.a.v), 8 Şevvâl Pazar günü sabah namazını kıldırdığında, yanında Sa’d bin Ubâde, Hubâb bin Münzir, Sa’d bin Muâz, Evs bin Havlî, Katâde bin Nûman, Ubeyd bin Evs gibi Ensâr’ın eşrâfı vardı. Bunlar mescidde Efendimiz’in kapısı önünde gecelemişlerdi. (Yaralı hâllerine bakmayarak Allah Rasûlü’nü muhtemel tehlikelere karşı muhâfaza etmeyi düşünmüşlerdi.) Sabah namazından sonra Fahr-i Kâinât (s.a.v), Hz. Bilâl’e emrederek şöyle nidâ ettirdi:

“–Rasûlullah (s.a.v) düşmanı tâkip etmenizi emrediyor! Dün bizimle savaşanlardan başkası tâkibe çıkmasın!” (Vakıdî, I, 334)

Ebû Katâde, kavminden yaralarını ve yaralılarını tedâvi eden insanların yanına varıp:

“–Rasûlullah (s.a.v)’in münâdîsi düşmanı tâkip etmenizi emrediyor!” dedi.

Onlar da hemen silahlarına doğru fırladılar, yaralarına bakmadılar. Benî Seleme kabilesinden 40 yaralı sefer için hazırlanmıştı. Diğer kabilelerden de pek çok yaralı vardı. Ebû İnebe kuyusunun yanında Rasûlullah’a katıldılar. Üzerlerinde kılıçları olduğu hâlde Rasûlullah (s.a.v) için saf tutmuşlardı. Allah Rasûlü (s.a.v) onlara bakıp yaralarının çokluğunu görünce:

“Allah’ım, Benî Selime kabilesine rahmet eyle!” diye duâ etti. (Vakıdî, I, 335)

 

 

 

Bugün 9 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!
 
Cumanız Mübarek Olsun
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol