Ana Sayfa
Not Defteri
Unutulan Sünnetlerimiz:
Sanma ki;
İletişim
Hoşgeldiniz
Uhud Harbi
Ülfet Belası:
Muhabbetin Zirveleri:
İlim Hakkında:
Çocuklar Hakkında:
Son Nefes:
Ümmete Dua:
Kıyamet Yaklaşıyor:
Günün Ayet ve Hadisi:
Evlilik Hakkında:
Zaruret Halinde Kredi Çekmek Hakkında:
Harama Nazar:
Uğursuzluk Var mıdır?
Zilhicce Ayı ve Arefe Günü Fazileti:
Bir Asker:
Kazancın Bereketi (Mutlaka Okuyun)
 

Muhabbetin Zirveleri:

Kureyş müşrikleri Bedir’de müslümanların karşısında yer almadan önce Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, elindeki ok ile mücahidleri; “Beri gel, geri git!” gibi tâlimatlarla hizâya getirdikten sonra, saydırdı. Bu esnâda saftan ileri çıkmış bulunan Sevâd bin Gaziyye’nin karnına dokunup:

“–Ey Sevâd! Hizâya gel!” buyurdu. Sevâd ise:

“–Yâ Rasûlallâh, canımı acıttın! Allâh Sen’i hak ile gönderdi. Kısas isterim!” dedi. Peygamber Efendimiz gömleğini açtı ve:

“–Kısas yap” buyurdu. Ensâr:

“–Ey Sevâd! O Allâh’ın Rasûlü’dür!” dediler. Sevâd:

“–Adâlette hiçbir beşerin diğerine karşı üstünlüğü yoktur!” dedi. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Haydi, kısas yap!” buyurdu.

Sevâd, Varlık Nûru’nun mübarek bedenini öptü.

Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ey Sevâd! Niçin böyle yaptın?” diye sordu. Sevâd:

“–Görüyorsunuz ki savaşa hazırlanmış bulunuyoruz! İstedim ki, benim en son ânım, Sana dokunduğum ân olsun!” dedi. Bunun üzerine Âlemlerin Efendisi ona hayır duâda bulundu. (İbn-i Hişâm, II, 266-267; Vâkıdî, I, 57; İbn-i Sa’d, III, 516)

{

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, vefâtlarından önce mü’minlere son defâ hitâb ediyor ve onlara âdeta vasiyet mâhiyetindeki son hatırlatmalarını yapıyordu. Bir ara sözü kul hakkına getirerek:

“–Ey insanlar! Kimin üzerine geçmiş bir hak varsa onu hemen ödesin, dünyada rezil rüsvây olurum diye düşünmesin! İyi biliniz ki dünya rüsvâlığı âhirettekinin yanında pek hafif kalır.” buyurdu. (İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)

Allâh Rasûlü’nün bu sözü üzerine insanlardan bir kısmı önceden yapmış oldukları bazı haksızlık ve hatâları îtirâf ederek Efendimiz’den duâ ve istiğfâr talebinde bulunmaya başladılar. Bir müddet sonra bir kimse ayağa kalkıp:

“–Vallâhi yâ Rasûlallâh, ben de çok yalancıyım, hem de münâfığım. Benim işlemediğim hiçbir kötülük yoktur.” dedi. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- ona:

“–Be adam, kendini rezil rüsvây ettin” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ey Ömer! Dünya rüsvâlığı ahiret rüsvâlığından çok hafiftir!” buyurdu. (Taberî, Târih, III, 190)

Yine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kâbına varılmaz bir fazîlet örneği sergileyerek ve ümmetine ulvî bir misâl olarak onlara şöyle buyurdu:

“Nihâyet ben de bir insanım! Aranızdan bâzı kimselerin hakları bana geçmiş olabilir. Kimin malından sehven (bilmeyerek) bir şey almışsam, işte malım gelsin alsın! İyi biliniz ki, benim katımda en sevimli olanınız, varsa hakkını benden alan veya hakkını bana helâl eden kişidir. Zîrâ Rabbime, ancak bu sâyede helâlleşmiş olarak ve gönül rahatlığı ile kavuşmam mümkün olacaktır.

Hiç kimse «Rasûlullâh’ın kin ve düşmanlık beslemesinden korkarım!» diyemez. İyi biliniz ki, kin ve düşmanlık beslemek asla benim huyum değildir. Ben aranızda durup bu sözümü tekrarlamaktan kendimi müstağni görmüyorum.” buyurdu.

Öğle namazını kıldıktan sonra dönüp minbere oturdu ve önceki sözlerini tekrar etti. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp:

“–Bir kişi Siz’den istekte bulununca, ona üç dirhem vermemi emretmiştiniz, ben de vermiştim.” dedi. Peygamber Efendimiz:

Doğru söylüyorsundur! Ey Fadl bin Abbas, buna üç dirhem ver!” buyurdu. (İbn-i Sa’d, II, 255; Taberî, Târîh, III, 189-191; Halebî, 463-464)

Sonra şöyle devam etti:

“Allâh’ım! Ben ancak bir insanım. Müslümanlardan kime ağır bir söz söylemiş veya bir kamçı vurmuşsam, sen bunu onun hakkında temizliğe, ecre ve rahmete vesile kıl!” (Ahmed, III, 400)

{

Rasûlullah (s.a.v), vefâtından önceki günlerde Bilâl’e, “Haydi namaza” diye nidâ etmesini emretti. Muhâcirler ve Ensâr Rasûlullah’ın mescidine toplandılar. Efendimiz onlara namaz kıldırdı, sonra minbere çıktı. Allah’a hamdedip senâda bulundu. Bir hutbe îrâd etti ki onun tesiriyle kalpler ürperdi ve gözler yaş döktü. Sonra:

“–Size nasıl peygamberlik yaptım?” diye sordu. Ashâb-ı kirâm:

“–Allah seni peygamberliğin sebebiyle hayırla mükâfatlandırsın. Bize merhametli bir baba, nasihat eden samîmî ve müşfik bir kardeş oldun. Allah’ın risâletini hakkıyla edâ ettin, O’nun vahyini bize tebliğ ettin, Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet ettin. Bu sebeple Allah seni en güzel şekilde mükâfatlandırsın” dediler.

Rasûlullah (s.a.v) onlara:

“–Müslümanlar, Allah adına yemin ediyorum, üzerinizdeki hakkım için söylüyorum, kimin daha önce bana bir hakkı geçmişse, gelip hakkını alsın, kıyâmette kısas yapılmadan evvel burada bana kısas yapsın” buyurdu.

Müslümanlar arasından Ukkâşe isminde yaşlı bir zât kalktı, safları yararak geldi ve Rasûlullah (s.a.v)’in önünde durdu. Sonra da şöyle dedi:

“–Anam babam sana fedâ olsun yâ Rasûlallah! Allah adına yemin üstüne yemin etmeseydin bu konuyu hiç açmayacaktım. Sizinle birlikte gazveye çıkmıştık. Allah bize fethi müyesser kılıp Peygamberine yardım ettikten sonra dönüyorduk. Devem sizin devenizin yanına geldi. Ben deveden indim ve dizinizi öpmek üzere size yaklaştım. O esnâda siz de değneğinizi kaldırdınız. Değnek benim böğrüme (yan tarafıma) isabet etti. Bilmiyorum, kasten mi vurdunuz, yoksa deveye vurmak isterken bana mı geldi?”

Rasûlullah (s.a.v):

“–Allah Rasûlü’nün sana kasten vurmasını nasıl düşünebilirsin, bundan Allah’ın celâline sığınırız. Ey Bilâl, Fâtıma’nın evine git, uzun değneği getir!” buyurdu.

Bilâl mescidden çıktı, eli başının üzerinde, “Rasûlullah kendisine kısas yaptırıyor” diye nidâ ediyordu. Hz. Fatıma’nın kapısını çaldı ve:

“–Ey Rasûlullah’ın kızı, Efendimiz’in uzun değneğini ver!” dedi. Fâtıma (r.a):

“–Bilâl, babam değneği ne yapacak, ne hac günündeyiz ne de gazveye gidiliyor?!” diye sordu. Hz. Bilâl:

“–Ey Fâtıma, haberin yok mu, baban Rasûlullah (s.a.v) insanlara vedâ ediyor, dünyadan ayrılıyor ve hakkı olanların kendisine kısas yapmalarını istiyor” cevabını verdi. Fatıma (r.a):

“–Rasûlullah (s.a.v)’den kısas almaya kimin gönlü râzı olur ey Bilâl! Öyleyse Hasan ile Hüseyin’e söyle, gitsinler adam onlardan kısas alsın. Evlâtlarım Rasûlullah (s.a.v)’e kısas yapılmasına müsâade etmesinler” dedi.

Bilâl mescide döndü, değneği Peygamber Efendimiz’e verdi. Allah Rasûlü (s.a.v) de değneği Ukkâşe’ye verdi. Ebû Bekir ile Ömer (r.a) bunu görünce hemen kalkıp:

“–Ey Ukkâşe, işte önünde biz varız, bize kısas yap, Rasûlullah’a kısas yapma” dediler. Rasûlullah (s.a.v) onlara:

“–Yürü ey Ebû Bekir, sen de yürü Ömer, Allah sizin kıymetinizi ve makâmınızı biliyor” buyurdu. Hemen Ali bin Ebî Tâlib kalktı:

“–Ey Ukkâşe, ben Rasûlullah’ın önünde hayattayken, ona vurmana gönlüm râzı olmaz. İşte sırtım, işte karnım, gel ellerinle benden kısas al, bana yüz değnek vur, Rasûlullah (s.a.v)’den kısas isteme!” dedi. Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) ona da:

“–Otur ey Ali, Allah senin makâmını ve niyetini biliyor” buyurdu. Bu sefer Hz. Hasan ile Hüseyin (r.a) kalktılar ve:

“–Ey Ukkâşe, biliyorsun ki biz Rasûlullah’ın torunlarıyız, bize kısas yapman Rasûlullah’a kısas yapman gibidir” dediler. Nebiyy-i Ekrem (s.a.v):

“–Oturun, gözümün nûrları! Allah sizi bu makâmdan mahrum etmemiştir.” buyurdu ve:

“–Ukkâşe, haydi vur!” dedi. O da:

“–Yâ Rasûlallâh! Siz bana vurduğunuzda vücûdum açıktı” dedi. Efendimiz gömleğini açtı. Müslümanlar bir feryat kopardılar, hepsi de ağlıyor ve:

“–Acaba Ukkâşe, Rasûlullah’a vuracak mı?” diyorlardı. Ukkâşe Rasûlullah’ın mubarek karnını nûr gibi görünce dayanamadı ve üzerine kapanarak öpmeye başladı. Bir taraftan da:

“–Anam babam sana fedâ olsun, sana kısas yapmaya kimin gönlü râzı olur?!” diyordu. Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) ona:

“–Ya vur, ya da affet!” buyurdu. Ukkâşe de:

“–Affettim yâ Rasûlallah, Kıyâmet günü Allah’ın beni affetmesini ümid ederek…” dedi. Efendimiz (s.a.v):

“–Cennetteki arkadaşımı görmek isteyen bu yaşlı zâta baksın!” buyurdu.

Müslümanlar kalktılar ve Ukkâşe’nin iki gözünün ortasından öpmeye başladılar. “Ne mutlu sana, ne mutlu sana, ulvî derecelere nâil oldun, Peygamber Efendimiz’in arkadaşlığını elde ettin” diyorlardı. Allah Rasûlü (s.a.v) o gün hastalandı… (Heysemî, IX, 27-28) (Senedinde Abdü’l-Mün‘ım bin İdris vardır. Bu zât yalancılıkla ve hadis uydurmakla itham edilmiştir.)

{

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v) ganimet taksim ederken bir adam gelip üzeri­ne abandı. Rasûlullah (s.a.v), yanındaki hurma dalıyla adama dokundu. Adamın yüzü hafifçe yaralandı.

Rasûlullah (s.a.v) ona:

“–Gel, kısas yap” buyurdu. Adam:

“–Hayır, affettim yâ Rasûlallah!” dedi. (Ebû Dâvûd, Diyât, 14/4536)

{

Üseyd bin Hudayr (r.a), Ensar’dan bir zât idi. Bir topluluk içinde konuşuyordu. Şakacı bir kişiydi. Onları güldürürken Peygamber (s.a.v) bir çubukla sadrına hafifçe dokundu. Bunun üzerine Üseyd:

“–Ey Allah’ın Rasulü, kısas istiyorum!” dedi. Allah Rasûlü (s.a.v) de:

“–Haydi öyleyse kısas yap!” buyurdu. Bu sefer Üseyd (r.a):

“–Fakat senin üzerinde gömlek var, be­nim üzerimde gömlek yoktu” dedi.

Peygamber Efendimiz gömleğini kaldırdı. Bunun üzerine Üseyd (r.a) hemen Allah Rasûlü’nü bağrına basıp böğründen öpmeye başladı ve:

“–Yâ Rasûlallah, ben bunu istemiştim” dedi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 148-149/5224)

 

 

 

Bugün 4 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!
 
Cumanız Mübarek Olsun
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol